Yeni dijital teknolojilerin çalışma hayatıyla ilgili yarattığı en önemli gelişmelerden bir tanesi freelance çalışma kültürünün tüm dünyada yaygınlaşmaya başlamasıdır. Gig ekonomisi diye de adlandırılan bu gelişme farklı ülke ve sektörleri farklı hızlarda etkilese de işgücü piyasalarında son yüzyılda görülen en önemli dönüşümlerden bir tanesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu konuda yapılan araştırmalar freelance çalışanların hayat tarzları, dünyaya ve kendi hayatlarına bakışları konularında da ilginç bulgular ortaya koymaktadır. Çalışanların büyük bir bölümü istedikleri hayat tarzını yaşayabilmeyi kazandıkları paradan daha fazla önemseseler de bunu gerçekleştirebilenlerin oranı freelance çalışanlar arasında daha yüksektir. Bu alandaki başka bir önemli bulgu ise, gençler arasında freelance çalışanların oranının daha yüksek olmasıdır. Özellikle pandemi sırasında ve sonraki dönemlerde artış hızını arttırmıştır.

Özellikle de genç nesil arasında tek bir kuruma bağlı olarak yapılan standart ve tekdüze işler yerine, farklı kişi ve kurumlara yapılan proje bazlı çalışmaların gittikçe daha popüler olmaya başladığı net bir şekilde görülmektedir. Freelance çalışmayı tercih eden genç nüfus oranı muhtemelen farklı ülke ve kültürlerde değişiklik gösterse de genel bir eğilim olarak böyle bir süreci tespit etmek mümkün gözükmektedir. Bu sürecin ortaya çıkmasının en önemli sebepleri arasında freelance çalışma stilinin kişiye kendisini daha bağımsız hissettirmesi ve hayatta istediği şeyleri yapmasına daha fazla olanak tanıması olduğu söylenebilir. Bununla birlikte pandeminin de etkisi yadsınamaz bir gerçektir.

Tüm dünyada freelance çalışma tarzına paralel bir şekilde gelişen diğer bir kültür start-up girişimcilik kültürüdür. Eğer freelance çalışma yeni bir iş yapma ve emek sarf etme tarzını, bu açıdan da yeni bir emek – sermaye ilişkisini tanımlıyorsa, start-up kültürünün de 21. yüzyıla özgü yeni bir girişimcilik kültürünü tanımladığı söylenebilir. Bilgi odaklı ve yaratıcı insan emeğine dayalı girişimlerin oluşturduğu bu yeni iş kurma kültürü, dinamik bir ekosistem içerisinde gelişmektedir. Bu ekosistem yaratıcılığın, risk ve inisiyatif almanın, bir problemi çözmek için teknoloji kullanımının önemsendiği kendine has bir kültürel iklim oluşturmuştur. Fakat bu yeni girişimcilik kültürü piyasanın yerleşik büyük aktörlerinden tamamen bağımsız bir şekilde işlememektedir. Bilakis, startup şirketler büyük şirketlerle de ortak projelere girişebilmektedir. Başarısızlık ve iflas oranlarının yüksek olduğu bu arenada fikrine güvenen ve risk almayı seven bir start-up girişimcisinin temel amacı, yatırımcıları kendi hayaline ortak edip girişimi için “risk sermayesi” bulmaktır. Bu sermaye türü gelecek vaat ettiği düşünülen bir fikir veya ürün için yeni girişimlere yapılan yatırımı ifade etmektedir. Bu açıdan risk sermayesinin büyüklüğünün bir ekonomideki startup ekosisteminin gelişmişlik düzeyini gösteren bir ölçü olduğu söylenebilir. Bu sermaye türü son yıllarda dünya ülkelerinin çoğunluğunda bir artış göstermiştir. Özellikle de Amerika ve Asya ülkelerinde.

Bir start-up şirketi, ürün veya hizmetine yönelik algılanan talebe dayalı olarak arkasında belirli bir ivme ile yeni kurulmuş bir işletmedir. Bir girişimin amacı, belirli bir pazar boşluğunu ele alan bir şey sunarak hızla büyümektir. Ne tür bir girişimin start-up olarak kabul edilebileceğine dair sabit parametreler yoktur, ancak bu terim en çok yeni bir şey sunmak veya mevcut bir görevi alışılmadık bir şekilde gerçekleştirmek için teknolojiden yararlanan ürünler yaratan yüksek teknolojileri içeren girişimler için geçerlidir. Tüm yeni şirketler startup olarak kabul edilmez. Müşteri tabanları, gelirleri ve ürünleri açısından sınırlı büyüme potansiyeline sahip şirketler startup olarak görülmez. Örneğin, yeni bir restoran, kuru temizlemeci veya profesyonel hizmetler firmasının startup olarak adlandırılması pek olası değildir. Girişim kültürü, her seviyeden çalışanın bir araya gelmesiyle eşitlikçi olarak da kabul edilebilir. Çalışma alanları, liderlerin ve çalışanların yan yana çalıştığı açık alanlarla bu görüşü sıklıkla pekiştiriyor.

Kısacası, freelance çalışma pratiklerine ve start-up girişimcilik kültürüne bakıldığında, bu yeni sosyo-iktisadi fenomenlerin insandaki ustalık, üretkenlik ve bağımsızlık ile ilgili psikolojik eğilimlere dayandığını söylemek mümkündür. Bilgi yoğun sektörler insan bilgisi ve emeğinin sermayeye kıyasla iktisadi değerini arttırmış, bu da emek sürecinde yeni düşünme ve davranış kalıplarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bununla birlikte start-up kültürüne göre girişimci, mevcut iktisadi kaynakları daha önce yapılmamış bir şekilde bir araya getiren, kısacası ekonomide yenilik yaratan kişidir. Girişimcinin bu süreçteki esas motivasyonunu maliyet hesaplarına indirgemek mümkün değildir. Girişimci esas itibariyle var olmayan bir ürün ya da hizmet ortaya koymak, bir yarış içerisinde olmak ve en nihayetinde kendi iktisadi başarısını yaratmak amacıyla hareket etmektedir. En nihayetinde bilgi yoğun sektörlerde yaşanan dönüşümler insanın emek sürecini ve dolayısıyla yaşam tarzını etkileyen önemli dönüşümlerdir. Bu sürecin ileride herkesin bireysel çalışıp, kendi işinin patronu olacağı bir yönde şekillenmesi mümkün olup olmadığı tartışılmaktadır. Bu trend muhtemelen ekonominin her sektöründe aynı etkiyi yaratmasa da özellikle insan yaratıcılığına ve yüksek kognitif becerilere dayalı sektörleri etkilemeye devam edecektir. Ekonomide maddi sermayeye kıyasla maddi olmayan insan bilgisinin önemi arttıkça, yaratıcı emeğin daha bağımsız hareket etme isteğinin artacağı söylenebilmektedir.

İlgili İçerikler

Bu Sayfayı Paylaş